Sonuç Bekleme Stresi ve Korkular Üzerine

Ankara’dan hastaneden geldiğimizden beri derin düşünceler içerisindeyim. Her ne kadar içim rahat olmaya çalışsa da bir yandan aklımdan hiç çıkmayan ve içimi kemirip duran “ya gene tekrarlarsa” sorusu… Bazen öyle kaptırıyorum ki kendimi, ne uyku uyuyabiliyorum ne de kafamı toparlayıp hayata dönebiliyorum.



Geçenler de gene bir çocuğun ölüm haberini okudum sosyal medyada. Bizim servisten küçük bir kız çocuğu… Uzun zamandır yoğun bakımdaydı ve sürekli kan aranıyordu. Belki siz de görmüşsünüzdür Bir yerlerde mutlaka karşınıza çıkmıştır. Muhtemelen kan değerlerini ve dolayısıyla kendini toparlayamadığı için sürekli kana ihtiyaç duyuluyordu. Sonra acı haberini gördüm.
Annesini düşündüm önce, yoğun bakım katında gözyaşları içerisinde beklediğini hayal ettim. Kızı için kan aranırken nasıl çaresizce etrafa haber saldığını düşündüm. Kan bulmak önemli çünkü..

Ben mesela tüm sosyal hesaplarımı kapatmıştım daha önce. Bir nevi tüketim kültürüne karşı olmak ve insanların özel hayatlarıyla ilgili gereksiz onca bilgiyi görmemek ve kendiminkini de paylaşmamak için.. Ama Tuğberk’in hastalığı için hastaneye yattığımızda, doktorlar hep şunu söyledi “her an kana gerek olabilir, mutlaka kenarda her an arayabileceğiniz kişiler bulunsun.” Sonra biz etrafa haber saldık, uygun kan grubunda kimler var diye. Listeler çıkardık, telefonlar kaydettik. Ve aklıma geldi daha önceden facebook, twitter ve instagram da gördüğüm kan aranıyor çağrıları geldi. Dedim ki “Ya bulamazsak ve bizim de çağrı yapmamız gerekirse”.. Eşim hiç kullanmaz sosyal medyayı. Ben de böylelikle geri açmaya karar verdim hesaplarımı. Sırf Tuğberk’e kan gerekir de bulamazsak, acil çağrı yapabileyim diye açtım hesaplarımı. Ve de sonradan hiç kimseyle iletişime geçmediğim için haber vermek için kullandım. Hani kan aranıyor çağrılarını görüyoruz ve geçiyoruz ya, eğer imkanınız varsa geçmeyin, gidin, kan verin. O muhtaçlığın ne demek olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

Ve evladını kaybetmek… Yoğun bakım kapısında acı haberini duymak, soğuk bedenine dokunmak. Siz hiç bu hayallerle yaşadınız mı? Yaşarken, evladınızı severken, kızarken hiç aklınıza geldi mi “Ya bir gün olur da kaybedersem, o narin dokunmaya kıyamadığım bedenini nasıl toprak altına koyarım” diye, düşündünüz mü hiç? Ben çok düşündüm, düşünmekten korktum, gözümün önüne gelen görüntülerden korktum, aklımdan korktum, gerçekliğinden korktum ve gerçek olma ihtimalinin çok yakın olmasından korktum. Kabristan da bir mezar taşına nasıl evladımı koyarım diye düşündüm çokça. Bir ağaç altına gömebilir miyim diye düşündüm. Acısı geçer mi her hangi bir zaman zarfında, nefes alabilir miyim diye düşündüm.

Şimdi çoğunuz şunu geçirecek içinizden “hepimizin her an ölme tehlikesi var, kim garantili ki”.. Peki hanginiz günlerce, haftalarca, aylarca, neredeyse her an evladınızı gerçekten kaybedebileceği bir hastalıkla savaşırken sürekli ölüm korkusu ile yaşadı? Onu da geçtim hanginiz sürekli ölüm korkusu ile yaşıyor? Ölümü burnunun dibinde hissetmek, hele ki evladınız için hiç de basit bir şey değil.

Ve kaybetme korkusu… Ah hala yenemedim şu korkuyu. Sanırım beş yıllık kontroller geçmedikçe de yenemeyeceğim. Tuğberk’i kaybetme ihtimali zaman zaman çoğaldıkça, ya da böyle stresli zamanlar da evladını kaybeden anneler, babalar gelir aklıma. Bol bol dua ederim. “Allah’ım evladımızı bize bağışla” diye. Şimdi bu vesile ile evladını kabristanlar da ziyaret eden ailelere Allah’tan sabır diliyorum. Allah’ım her daim yar ve yardımcınız olsun.

Sevgi ve sabırla

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nöroblastom Teşhis Edilirken Dikkat Edilmesi Gereken Testler - 1

Port Nedir? Takılması Gerekir mi?